Osmanlı´nın başkenti, Yeni Türkiye´nin batı bekçisi, tarihi kültür elçisi Edirne´den sınır boyunca hareket edip, Ege Denizi ile kucaklaşmak. Tarih, doğa ve medeniyetle süslenmiş tek günlük keyifli bir rota.
Sabah ezanını Selimiye Camii´nden yükselen eda ile dinlemek için İstanbul´un batı sınırı Büyükçekmece´den yola çıkarak tura başlamak gün için büyük avantajlar sağlar. Daha önceleri defalarca bir çok rotadan Edirne ulaşmış olmak bu ara parkuru hızlıca geçmek için bahane oluyor aslında. Benim tercihim E5 üzerinden Edirne´ye ulaşmak oldu. Takribi 180 küsür km yol alınacağı için mevsim şartlarında en uygun sıcaklığı bulacağınız sabah erken saatler ayrıca güneşin Trakya´da doğuşuna bir çok ayrı manzara yakalama şansına yol açıyor.
Edirne´nin büyük kültürel mirasına ev sahipliği yapması gereği bir çok sefer gidip farklı noktalarında uzun uzun vakit geçirmek gerekiyor. Ben bu turda bir kaç noktayı ziyaret ederek rotanın devamı için zaman kazanmak istedim.
Güneşin doğuşunu ters ışıkla yakalama imkanı tüm fotoğraflarda tadına doyulmaz bir görüntüye yol açıyor. Sabahın erken saatleri olması hasabiyle kahvaltı durumunu farklı çözümlerle bitirip yoluma edip bir sonraki nokta olan Uzunköprü´ye ulaştım. Genel tercih Havsa üzerinen ana yoldan ilerlemektir. Benim tercihim köy yollarından oldu. Sayfanın en sonunda yer alan haritada rotanın tamamı var, köy yolları hiç fena değil, hatta bazı noktalar gayet keyifli. Ara ara Yunan sınırına çokyakın seyretmeniz yüzünden polis ve jandarma çevirmelerine hazırlıklı olmak gerekir. Ben bunun iki sohbet edecek ve yeni bir yol var mı sorularını sorabilecek anlar olarak algılıyorum. Soru hep aynı neden buradan gidiyorsun ana yoldan gitsene oluyor. Bunu aşmak için biraz fazla sohbet etmek olayı genel anlamda çözüyor.
Ana yoldan Yunanistan turu yaptığımız zaman geçtiğimiz İpsala´yı hep bir kapı olarak hatırlamamızı sağlayan anıları kenarda bırakıp, Türkiye´nin en büyük pirinç üreticisi ilçeyi gezmek değişik bir deneyim oldu. Açıkcası üst düzey teknolojik çiftliğin varlığı görmek bana büyük moral oldu. Sulama teknolojisinin vardığı noktayı dakikalarca izledim ve fotoğrafladım. Bunun haricinde Uzunköprü - İpsala - Meriç arasında yer alan yollar farklı coğrafyalara ev sahipliği yapıyor. Aynı nehri onlarca kere farklı farklı köprülerde geçip duruyorsunuz. Özelikle Trakya´nın bu bölgesinde tarihi köprülerin halen taşıtlara açık olması şürüş için ayrı deneyimler demek.
Tura başlamadan önce mutlaka google haritalarda gideceğim bölgeyi detaylı şekilde inceler, vakit durumuna göre mutlaka uğramam gereken noktaları belirlerim. Gala Gölü´de Yunan sınırına en yakın ülkemizin en batı noktasında yer alan bir milli park olarak gözüme ilişti. Sulak bir bölgenin en büyük gölü olan Gala Gölü kuşlar için kervansaray görevini sürdürüyor. Ancak doğal enerji kaynakları diye lanse edilerek Anadolu´nun hemen hemen her noktasında yer alan rüzgar gülleri burada da var.Ahkam kesmek istemem ama kuşlar için ne kadar güvenli oldukları konusunda şüphelerim var. Hepsi bir yana Gala Gölü´nü mutlaka bir görün ve orada biraz solukların derim.
Bazen Yunanistan topraklarına öpücük kondurarak ilerdiğimiz yollar bizi Enez kentine ulşatırıyor. Enez´e ulaşmak demek Ege´yle kucaklaşmak anlamına geliyor. Ege´nin iki ülke arasında ortak bir deniz olduğu gerçeği burada daha net bir biçimde karşımızda. Enez´deki tarihi kalenin hemen yanıbaşı Yunan toprakları. Ortak noktalar ve ortak miraslar burada kendini fazlasıyla ele veriyor.
İnanmak zor biliyorum ama bu fotoğraflar iphone ile çekilip, bir kaç program yardımıyla renklendirildi. Her birinin size bir tablo gibi gelmesi için bazı rütuşlar yaptığımı özelikle belirtmek isterim. Kalenin yapısı gereği güzel görüntüler veriyor. Kapısından geçip Ege´yi ve Dalyan Gölü´nün içiçe görmek müthiş bir duygu. Enez´e ve kıyı bölgesine hafta sonları için denize girmek adına gittiğinizin farkındayım. bir dahaki sefere lütfen en azından bir kaç tarihi noktayı ziyaret edin derim. Güzel deneyimler yaşayacaksınız emin olun.
Enez´den sonra mümkün olan tüm şartlarla deniz kıyısında hareket ederek sırasıyla Yaylaköy, Danişment, Eriki ve Mecidiye kıyılarından ilerleyip, Gökçetepe Milli Parkı´na ulaştım. Mecidiye´ye kadar yollar gayet temiz ve kullanışlı, ancak Mecidiye´den Gökçetepe´ye ilerlemek için bir kaç alternatif var.
Enduro motorla seyahat etmenin bana verdiği yetkiyle Gökçetepe´ye orman yolundan gitmeyi daha keyifli buldum. Arabasına acımayan bir kaç ailenin kamptan daha ilerde denize gimek adına bu yolu kullandığını söylemeliyim. Ama arabanıza kıyamazsanız lütfen bu yolu kullanmayın.Gökçetepe´nin tarihsel güzel bir hikayesi var. Önce fotoğrafı paylaşayım daha sonra hikayeyi yazacağım.
Darbe lanetinin yaşamlara olan etkisinin ne olduğuna dair tespitler bizim nesiller için uzak bir konu. Büyüklerimiz bunu bize anlatmaktan hep kaçındı ve unutma yolunu seçti. 1980 öncesi terör dönemine eklenen darbe zamanı iki çocuğu üniversitede okuyan Uzunköprü´lü öğretmen karı kocanın solcu çocuklarının sağcılar tarafından ciddi anlamda ölümle tehdit edilmesi yüzünden iki çocuğunu da alıp Gökçetepe sahiline derme çatma bir kulübe kurarak kimsenin doğru dürüst bilmediği bu eşsiz sahilde yaşayıp çocuklarını saklamışlar. Halen orada bulunan kulübenin etrafı şu anda yoğun kamp alanı olarak kullanılıyor ve artık Gökçetepe çok meşhur. benim bulunduğum mevsim gereği yüzlerce çadır ve günü birlik denizcileri ile dolup taşıyor.
Daha farklı mevsim ve dönemde özelikle hafta içi ziyaret edilerek bu meşhur sahilin keyfi çıkarılabilir. Bana sorarsanız Mecidiye tarafına doğru ilerleyip agaçların denize döküldüğü eşsiz manzaraları yakalayın.
Edirne Sınır Rotası